KISA KISA


Son sınıfta hocalarımızla

Eğer sabrınız var da buraya kadar okuyabildiyseniz belki de bu okulda hiç mi yanlış yapılan birşey yoktu diye düşünüyor olabilirsiniz. Olmaz mı? Elbette vardı. Bizim de haddini aşan yaramazlıklarımız, küçük çekişmelerimiz hatta korkularımız, yanılgılarımız vardı diğer okullardaki öğrenciler gibi. Bu bölümde biraz da onlardan bahsetmek istiyorum.

Sanırım mayıs ayının sonlarıydı ve biz lise 1. sınıftaydık. İstanbul'u bilenler bilir, ilkbahar mevsimi İstanbul'da çok kısa sürer. Yine havaların ısınmaya başlamasıyla yazın gelmesi bir olmuştu. O zamanlar klima falan da olmadığından sıcaktan bunalıyorduk. Edebiyat Hocamız oldukça yaşlıydı ve koyu bir Haşim hayranıydı. Bizim de onu anlamamızı, sevmemizi istiyordu. Onun için, her zaman yaptığı gibi, hararetle tahtaya onun şiirlerindeki Osmanlıca sözcükleri, karşılarına da Türkçe karşılıklarını yazıyordu. Sıcak bir yandan, kocaman kocaman kelimeler bir yandan, sınıfı çok bunaltmış olmalı ki, bir ara bir arkadaş elindeki plastik su tabancasıyla hocanın bacağına su sıkmaya başladı. Hocamız bacağında suyu hissedince arkasına dönmeden sol eliyle bacağını yokluyor, sonra herhalde terledim diye düşünerek yazmaya devam ediyordu. Bu arada sınıf kahkahalara boğuluyor, hoca arkasını döndüğünde herkes susuyor, kendini tutamayanlar öksürüyormuş gibi yaparak idare etmeye çalışıyordu.

Hatırladığım diğer bir olay da okulda az sayıda bulunan erkek hocalarımızdan birine acımasızca hazırladığımız bir tuzaktır. Sınıfların ön bölümünde yaklaşık 10-15 cm. yüksekliğinde ahşap bir platform bulunuyor ve öğretmen masası da bu platformun üzerinde duruyordu. Bu hocamız dersi anlatırken masanın üzerine sıçrar, oturur, dersi öyle anlatırdı. Birgün o gelmeden masanın ayaklarına sabun sürdüğümüzü ve masayı da platformun kenarına doğru çektiğimizi hatırlıyorum. Hocamız sınıfa girmiş, her zamanki gibi var gücüyle masaya abanarak üzerine çıkmaya çalışırken masa kaymış ve hocamız da masayla beraber yere yuvarlanmıştı. Neyse ki önemli bir yaralanma falan olmamıştı ama bu olayı hatırladığımda hala izansızlığımıza şaşar, utanırım.

Bir de tarih hocamız Hikmet Hanım vardı ki onun derslerinde yüzüne bakarken korktuğumu hatırlıyorum. Bu hocamızın medyum olduğu söyleniyordu ve bu ne kadar doğruydu bilmiyorum ama onun hakkında bir öykü dolaşıyordu sınıfta. Anlattıklarına göre geçmiş yıllarda hocamız bir gün derste bir öğrencinin yüzüne bakmış ve "sen çık dışarı!" demiş. Kızcağız dışarı çıktıktan sonra da sınıfa dönerek "Bu arkadaşınızın yüzünde ölümü gördüm" demiş. Söylendiğine göre de kızcağız çok geçmeden ölmüş. Onun için özellikle sözlüye kalktığımda çok tedirgin oluyor, sanki aynı şey benim de başıma gelecekmiş gibi hissediyor, ürperiyordum.


Yine son sınıfta bir parti sonrası
müdiremiz Miss Helen Morgan'la

Ders sırasında aramızda konuşmak, sınavlarda birbirimize yardım etmek, arkadaşımızın ödevini yapmak fırsatını bulduğumuzda yaptığımız şeylerdi. İngilizce edebiyat dersinde hocamız bir kompozisyon ödevi vermişti. Daha önce de bahsettiğim gibi ben o hocayı çok sevdiğimden kendi ödevimi akşam evde yapmıştım. Okula geldiğimde 'o zamanlar' çok sevdiğim bir arkadaşımın ödevini yapmamış olduğunu ve yapmakta da zorlandığını görünce dayanamadım ve teneffüslerde, öğle tatilinde onun için de bir kompozisyon yazdım. O da kendi el yazısıyla temize çekerek hocamıza verdi. Kompozisyon kağıtları okunup geri geldiğinde benim kompozisyonum 7, iki arada bir derede benim toparladığım arkadaşımın kompozisyonu ise 9 almıştı. İkimiz de bu duruma hayli gülmüştük.

Ama tabi öykü burada bitmiyor. Mezun olduk, bu arkadaşımla uzun yıllar birbirimizi görmedik. Ben mimar oldum, İstanbul Belediyesi Planlama Müdürlüğü'nde çalışmaya başladım. Bir gün öğle tatilinde dışarı çıktığımda bu arkadaşımın adını yol üzerindeki bir binada asılı duran bir avukat tabelasında gördüm. Sevinçle binaya girip yazıhanesine çıktım, birbirimize sarıldık, eski günleri yad ederek sohbet ettik. Görüşelim diyerek birbirimize veda ettik, ben belediyeye döndüm.

Aradan birkaç hafta geçti geçmedi, bu arkadaşım belediyeye beni ziyarete geldi. Biraz sohbet ettikten sonra yakında evleneceğini, durumunun sıkışık olduğunu, onun için herşeyi taksitle aldığını, televizyon almak için kefil istediklerini anlattı ve benden kefil olmamı istedi. Tabi ben hiç tereddüt etmeden kabul ettim. İzin aldım, birlikte Manifaturacılar Çarşısı'ndaki bir beyaz eşya dükkanına gittik ve ben gözümü kırpmadan senetleri imzaladım. Ben arkadaşımdan o kadar emindim ki, bu olaydan evdekilere bahsetmedim bile.

Aradan birkaç ay geçti, bir gün eve icradan bir kağıt geldi. Ben çok şaşırdım ama hala ihtimal veremiyorum, mutlaka bir yalnışlık olmuştur diyorum. Neyse ertesi gün sabah erkenden televizyonu aldığımız dükkana gittim. Dükkan sahibi arkadaşımı çok aradığını, olmazsa televizyonu iade edin dediğini, en son aradığında ise arkadaşımın ona "ne israr ediyorsunuz, televizyonu da zaten sattım, size geri veremem, belediyede Semiramis hanım var, ondan alırsınız" dediğini, bunun üzerine beni icraya vermek zorunda kaldığını söyledi.

Yıkılmıştım, o an hissettiklerimi tarif etmek gerçekten imkansız. Akşam eve gelip olanları anlattığımda rahmetli babacığım: "Kızım keşke bana bir danışsaydın da gene bildiğini yapsaydın, yıllarca önüme gelen davalarda gördüklerimi sana anlatırdım, kardeşin kardeşe yaptıklarını, oğulun babaya yaptıklarını anlatsaydım, yeterdi zaten" dedi. Sonra da "Aslında ben o borcu yarın gider kapatırım ama sen o zaman bunu kolay unutursun, şimdi her ay bu parayı git icraya yatır, belki o zaman bir daha yapmazsın."diye noktaladı. Ve ben her ay maaşımın büyük bir bölümünü götürüp icraya yatırdım, borç ödendi ama olayın bende bıraktığı hayalkırıklığını bu satırları yazarken bile o günkü yoğunluğuyla yaşıyorum.

Çok sevdiğim bir söz vardır, kimin söylediğini bilmiyorum ama şöyle: akıllı insan hatalarından ders çıkartan insandır. Ama daha akıllı olan insan başkalarının hatalarından da ders çıkartır. Dilerim sizler daha akıllı olursunuz ve benim bu hatamdan ders çıkarır, benim yaşadığım hayal kırıklığını yaşamazsınız.

                       





ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI