EĞİTİM ÖRGÜSÜ


Bahçeden okul girişine bakış

ÜAKL' de eğitim bir yıl hazırlık, 3 yıl orta, 3 yılda lise olmak üzere 7 yıldı. Hazırlık sınıfında yalnızca İngilizce ve Türkçe dersleri okutuluyordu. Hazırlık sınıfında başarısız olan öğrencilere bir şans daha tanınıyor, ikinci yılda da başarısız olmaları halinde okuldan atılıyorlardı. En fazla 2 dersten ikmale kalınabiliniyor, 3 dersten kalmak sene kaybına neden oluyordu. İki yıl üstüste sınıfta kaldığınızda ise belge alıyor, yani okuldan atılıyordunuz.

Dersyılı 3 sömestire bölünüyor ve dolayısıyla bir yılda 3 karne alıyorduk. O nedenle sömestir tatilimiz devlet okullarınınkinden farklı zamanlarda oluyordu. Onlar okuldayken biz tatil yapıyor, onlar tatildeyken okula gidiyorduk. Haftasonu tatilimiz ise Cumartesi ve Pazar günleriydi.

Okulda derslerin bir bölümü İngilizce, bir bölümü de Türkçe yapılıyordu. Başta Türkçe ve Türk edebiyatı olmak üzere , tarih, coğrafya, din dersi, milli güvenlik bilgisi dersleri Türkçe olarak, İngilizce Edebiyat, matematik, fen ve sanat dersleri İngilizce olarak okutuluyordu. İngilizce okutulan derslerin kitapları kitapçılarda satılmıyordu, onları ancak okuldan temin edebiliyorduk. Bu kitapları arzu edenler daha düşük fiyata kiralayabiliyorlardı. Ancak ablamdan sonra ertesi yıl aynı kitapları ben de okuduğum için biz kitaplarımızı hep satın alıyorduk. Türkçe okutulan ders kitapları ise Milli Eğitim'in okullarda okuttuğu kitaplardı ve dışarıdan temini mümkündü.

O günlerde okulun lise kısmında edebiyat kolu müfredatı okutuluyordu ancak fen derslerinde başarılı olan öğrenciler seçmeli olarak ileri matematik adı altında liselerin fen kollarında okutulan matematiği alıyorlardı. Ablam da, ben de bu dersi alan şanslı talebelerdendik.


Nisan 2017 de, 140. yıl etkinliğinde
abla kardeş Martin Hall önündeyiz.

Öğrencilerin başarısını ölçmek için önceden ne zaman yapılacağı bildirilen sınavların yanısıra, ne zaman yapılacağı belli olmayan "quiz" denilen sürpriz küçük testler yapılıyordu. Hiç beklemediğiniz bir anda, bazen dersin sonlarına doğru, hocalar kafiyeli bir şekilde "take out a piece of paper, write your name and number" [bir kağıt çıkartın, üzerine adınızı soyadınızı yazın] dediler mi, bu quiz oluyoruz demekti. Bir iki küçük soru sorarlardı ama onları cevaplayabilmek için dersi takip etmiş olmanız gerekirdi. Böylece dersi takip etmek zorunda kalıyordunuz çünkü bu 'quiz'ler karne notlarını ciddi şekilde etkiliyordu.

Yabancı dil eğitiminde pratik yapmanın çok önemli olduğuna inandıklarından ilk yıllarda teneffüslerde İngilizce konuşmamızı sağlamak için bir kural koymuşlardı. "English rule" denilen bu kurala göre haftanın başında sınıf öğretmenimiz öğrencilerden birine bir anahtar veriyordu. Anahtarı alan arkadaşımız onu Türkçe konuşurken gördüğü kişiye veriyordu. Haftanın sonunda anahtar kimde kaldıysa, o öğrenci cezalı oluyor ve ceza olarak Cumartesi ya da Pazar günü okula gelerek etüd salonunda yatılı öğrencilerle birlikte etüde katılıyordu. Tabi anahtarı alan kişinin anahtardan kurtulması hiç te kolay olmuyordu. O öğrencinin anahtarı aldığını görenler, onun yanlarına geldiğini gördüklerinde hemen İngilizce konuşmaya başlıyorlardı.

Okulda her ders çok önemliydi. Müzik dersinde tanınmış bestekarları ve eserlerini tanırken sanat tarihi dersinde ilk çağlardan bu yana gelen toplumların sanatını öğreniyorduk. Sanat tarihi dersimizde bize okutulan iki kitap, "Art through the ages - Çağlar boyunca sanat" ve "Civilization through the centuries - Yüzyıllar boyunca medeniyet" kitapları, daha sonra da kaynak kitap olarak kullandığım kitaplar oldu. Ama ne yazık ki ilkini ODTÜ Mimarlık Fakültesi'nde bir arkadaşım okumak için aldı ve sonra vermeyi unutmadı, yüzümü kızdırarak kimbilir kaç defa istediysem de kitabımı bana geri vermedi. Hatırladıkça hala üzülürüm.

Edebiyat derslerimiz ise ayrı bir zenginlik kaynağıydı. Bir yandan Divan Edebiyatı'nı, Halk Edebiyatı'nı, 'Garip'çileri, 'Hece"cileri, 'İkinci Yeni'cileri öğrenirken öte yandan Batı Edebiyatı'nın ustalarını ve eserlerini öğreniyorduk. Aynı gün bir derste Fuzuli'nin gazellerini ya da Haşim'in O Belde'sini anlamaya çalışıyor, bir diğerinde Dante'nin İlahi Komedya'sını, William Shakespeare'in Hamlet'ini ya da Jean Paul Sartre'ın Nausea'sını işliyorduk.


Yıllar sonra yine okulumda,
bir sınıfta, sıradayım (2017)

Fen derslerine gelince, eğitimimizin belki de en zayıf halkası buydu. Ancak bu derslerde de temel kurallar en iyi şekilde işleniyor, bazı dersler laboratuar çalışmalarıyla destekleniyor, ilgisi olan öğrencilere, bu dalda kendilerini geliştirebilmeleri için seçmeli ders olanağı sağlanıyordu.

Bir diğer önemli dersimiz de "home-economics" yani ev ekonomisi dersiydi. Bu derste yaşama dair basit ama gerekli pek çok konu işleniyordu. Giyimde renk uyumundan dekorasyona, sofra adabından aile bütçesi yapmaya, yemek pişirmekten pasta yapmaya, dikiş dikmekten kukla yapmaya kadar neler öğretilmiyordu ki..

ÜAKL' deki eğitim örgüsünü genelde tanımlayacak olursam, temel motiflerinin, ulus ve Atatürk sevgisiyle donanmış, çağdaş, sorumluluk sahibi, araştırmacı, yaratıcı, sorgulayıcı, paylaşımcı ve katılımcı bireyler yetiştirmek olduğunu söyleyebilirim.

Bir yabancı okulunda gerek din, gerekse milliyetçilik açısından çok farklı bir eğitimin olacağı düşünülebilir. Ancak 7 yıllık eğitimim boyunca her iki konuda da hafızamda kalan bir tek olumsuz davranış ya da söz bulamıyorum. Bilakis derslerde, türlü vesilelerle, bize yurt ve Atatürk sevgisi aşılanıyor, inançlarımıza sonsuz saygı gösteriliyordu. Milli bayramlarımızda törenlere çoşkuyla hazırlanıyor ve onları görkemli bir şekilde kutluyorduk.

Bize yurt ve ve Atatürk sevgisini, tarihimizi ve Atatürk'ü tanıtarak verdiler. Galiba işin püf noktası da buradaydı. Bizim tarihimizi bilen, bu vatanın hangi şartlarda, neler pahasına kurulduğunu öğrenen bir çocuğun bu vatanı sevmemesi, Atatürk'ün kişiliğini ve yaptıklarını bilen bir çocuğun da Atatürk'ü sevmemesi nasıl mümkün olabilirdi ki.. Bu vesileyle tarih hocalarım Güzin Teker ve Hikmet Omay'ı saygı ve şükranla anıyorum.

Ancak bu konuda en büyük pay sahibinin okulumuzdan 1928 yılında mezun olan ve mezuniyetinin ardından tam 37 yıl boyunca okulumuzun Türk Müdür Muavinliği'ni yapan Semiha Malatyalıoğlu olduğunu düşünüyorum.

Son sınıf yıllığımızda yayınlanan anılarında, kendisinin okulda öğrenci olduğu dönemde normal bir okul gününün Amerikalı bir hoca tarafından Study Hall’de İncil’den okunan bir cümleyle başladığını, İstiklal Savaşı'nın son zafer günlerinde resmi okullar bayram yaparken kendisinin bu sevinci herkesle birlikte yaşayamamasının onun için ne büyük bir hüsran olduğunu, okuldan eve döndüğünde döktüğü gözyaşlarını anlatıyor Sayın Malatyalıoğlu.

Bu üzüntüleri yüreğinde duyan birisinin okul yönetiminde böylesine önemli bir göreve gelmesinin ve bu görevde 37 yıl süreyle kalmasının, okulumuz ve bizler için çok büyük bir şans olduğunu düşünüyor ve kendisini buradan saygı ve minnetle anıyorum.

                       





ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI