ÜNİVERSİTE YARIŞI


Lise son sınıfta ablamla

Lise son sınıfa geldiğimde beni ençok düşündüren şey bir sonraki yıl kendime nasıl bir yol çizeceğim olmuştu. O yıl ablam Robert Kolej (bugünkü Boğaziçi Üniversitesi) Kimya Mühendisliği Bölümü'nü kazanmış ve okul birincisi olması nedeniyle de yatılı burslu olarak üniversite eğitimine başlamıştı. Benim aklımda ise birbiriyle ilgisi olmayan birkaç meslek vardı. Tabi bunları düşünmemde büyüklerimin etkisi yadsınamazdı.

Babam hukuk fakültesine gitmemi çok istiyordu. Ona göre hukuk eğitimi herşeyden önce insanın kendi haklarını savunabilmesi için gerekliydi. Emekli olduktan sonra kendisi avukatlık yapmayı düşündüğünden sanırım beni yetiştirmek ve birlikte avukatlık yapmak fikri de ona cazip geliyordu.

Anneannem bir hanım için eczacılığın ideal meslek olduğunu, evlendiğimde hem işi hem evliliği birarada yürütmemin çok kolay olacağını söylüyordu. İktisatçı olan Melih dayım Robert Kolej'in iş idaresi bölümünün geleceğinin çok parlak olduğunu, Hakim Emin Bey amca dil bildiğim için gazetecilik mesleğini seçersem meslektaşlarım arasında öne çıkma şansımın büyük olduğunu söylüyorlardı. Anneciğim ise nasılsa ablamı kendi ideali olan kimya mühendisliğine gitmeye ikna ettiği için emelini gerçekleştirmiş olmanın huzuru içinde sessizliğini koruyordu.

Bütün bunların yanısıra ben, ODTÜ mimarlık fakültesini düşünüyordum. Okulun teknik üniversite olması benim gibi bir edebiyat mezununun kulağına çok hoş geliyordu. Ayrıca mimarlık mesleğini, tasarıma, bir anlamda yaratıcılığa dayandığı için kendimi iyi ifade edebileceğim bir meslek olarak görüyordum.

O yıllarda ODTÜ ve Robert Kolej sınavları ayrı, diğer üniversitelerin sınavları ise tek bir sınav halinde merkezi olarak yapılıyordu. O nedenle üç sınav için de ayrı ayrı başvuru yapmam gerekiyordu.

İlk sınav Robert Kolej sınavıydı ve sınav İstanbul'da yapılıyordu. İstanbul'da anneannemlerde kalacak, sınava aynı okulda öğrenci olan ablamla birlikte gidecektim. Bu beni çok rahatlatıyordu. Nitekim sınav sabahı anneanneciğimin dualarıyla uğurlandık, ablam yolu ve okulu çok iyi bildiği için rahat bir şekilde kendimi sınav salonunda buldum. Bu rahatlık içinde yapabileceğim herşeyi yaptım. Sınavdan sonra ablamla birlikte hemen Beypazarı'na döndük.

Kalan iki sınava Ankara'da girecektim. Halamlar o zaman daha Ankara'ya taşınmamışlardı ve ben bu sınavlara nasıl gireceğim diye kara kara düşünüyordum. Ama babam halamın bu işi en iyi şekilde halledeceğinden çok emin olmalı ki Ankara'da nerede kalacağımı ya da sınava nasıl gideceğimi falan pek dert etmiyordu. Sadece halama telefon etmiş ve benim Ankara'da sınavlara gireceğimi, sınavlarımın tarih, saat ve yerlerini söylemiş, bu duruma çözüm bulmasını istemişti, o kadar.

Nitekim benim fedakar, abisinin bir dediğini iki etmeyen canım halacığım ne yapmış etmiş, (ki o günlerde kendisinin çok önceden planlanmış bir programı varmış) herşeyi en ince ayrıntısına kadar düşünmüş, hem kalacağımız yeri hem de sınavlara bizi götürecek refakatçimizi ayarlamıştı. Ablamla birlikte Ankara'ya giderek eniştemin ağabeyi İhsan abi'lerin evinde kalacaktık. Sınavların yapılacağı sabah eniştemin dayısının torunu İbrahim abi gelip bizi sınava götürecekti. Ve herşey planlandığı gibi oldu ve ben evimdekini aratmayacak kadar huzurlu bir ortam içinde sınavlara girdim.

Burada bize o günlerde kucak açan bu güzel insanlardan biraz bahsetmek istiyorum. İhsan abi - aslında ona amca dememiz gerekiyordu ama herhalde herkes ona abi diyor diye biz de öyle diyorduk - diyebilirim ki benim hayatımda gördüğüm en nazik, en ince düşünceli erkekti, hani karıncayı incitmekten korkar derler ya aynen öyle bir beyefendi. Bu davranışının yapmacık olmadığını, eşine, kızına, kısacası herkese karşı öyle davranmasından anlıyordunuz. Eşi Nurten yenge de güleryüzlü ve konuksever bir hanımdı. Bizi rahat ettirmek için ellerinden geleni yaptılar. İbrahim abi ise heyecanlanmayalım diye vaktinden önce bizi almaya geliyor, yabancısı olduğumuz Ankara'yı tanıtmak, belki biraz da heyecanımızı yatıştırmak için, geçtiğimiz yerler ve çevremizdeki binalar hakkında bize sürekli birşeyler anlatıyordu.

Sınavlar bitip Beypazarı'na döndükten sonra heyecanlı bir bekleyiş başladı. Bana yıllar kadar uzun gelen bu bekleyişin sonunda önce Robert Kolej'in sınav sonuçları belli oldu. Okuldan gelen mektup İş İdaresi (business administration) bölümünü kazandığımı, fazla gecikmeden kararımı vermem gerektiğini, zira sırada girmek için bekleyen çok sayıda öğrenci olduğunu bildiriyordu. Çok rahatlamıştım, çünkü artık açıkta kalmayacağım kesinleşmişti.

Sonra sırasıyla ODTÜ ve merkezi sistem sınav sonuçları belli oldu. ODTÜ Mimarlık Fakültesini, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'ni (o yıllardaki adıyla Gazetecilik Enstitüsü) kazanmıştım. Kafam karmakarışıktı, mesleğime karar vermem gerekiyordu ve yine herkes farklı şeyler söylüyor, kafam iyice karışıyordu.

Tabi bu arada hayallerim de sınır tanımıyordu. Gözümü kapattığımda kendimi kah aydıngerler üzerine projeler çizerken görüyor, kah siyah cübbemle, görkemli bir mahkeme salonunda, hakimin önünde ateşli bir savunma yaparken görüyordum. Bazen büyük bir şirketin üst düzey yöneticisi oluyor, sağa sola emirler yağdırıyor, bazen de omzumda kameram, elimde not defterim haber peşinde koşuşturup duruyordum.

Hayal kurmak çok güzeldi ama artık yaz tatili bitiyordu ve benim bu hayallere bir son verip karar vermem gerekiyordu. Yeterince düşünmüş, tartmış ve ODTÜ'nün ağır bastığı kanısına varmıştım. Evet, ben ODTÜ'ye gidecek ve mimar olacaktım.

Bu kararla işin en zor kısmı bitmiş, sıra kayıt yaptırmaya gelmişti. Babacığımla Ankara'ya, ODTÜ'ye gidip önce kaydımı yaptırdık. Okul şehrin dışında, ağaçlıklı kocaman bir arazinin içinde modern binaları olan bir kampüstü. ÜAKL'yle kıyaslandığında çok büyüktü. Hiçbir yeri, hiç kimseyi tanımıyor, ona buna sorarak yolumuzu bulmaya çalışıyorduk. Bu şaşkınlık ve koşuşturmaca arasında rahmetli babacığımın bana:

"Yeni bir yere gittiğimde oranın acemisi olmak bana büyük zevk verir, daha sonra buraları avucunun içi gibi bileceksin, o kadar tadı kalmayacak, bu acemiliğin tadını çıkarmaya bak" dediğini hatırlıyorum.

Okula kaydımı yaptırdıktan sonra yurtları sorduğumuzda, kampüsteki yurt binalarının daha yapılmadığını, kız öğrenci yurdunun şimdilik Kavaklıdere'de, Bülten Sokak'taki bir apartmanda olduğunu söylediler. Vakit kaybetmeden babamla beraber doğruca şehre indik ve yine sora sora Bülten Sokak'taki yurt binasını bulduk.

Yurt binası, dışarıdan bakıldığında çevresindeki ayrık nizam konutlardan pek te ayırdedilemeyen 5 katlı sıradan bir apartmandı. Binaya girince hemen müdire hanımı bulduk. Müdire hanım bize bir iki yıla kadar kampüsteki yurt binalarının tamamlanacağını ve oraya taşınacağımızı söyledikten sonra mevcut yurt hakkında genel bilgiler verdi. Birinci sınıfta olduğum için beni 12 kişilik odaya vereceğini de belirttikten sonra birlikte 2. kata, benim kalacağım odaya çıktık.

Odam apartmanın Bülten Sokağa bakan tarafındaydı. Aslında normal olarak dairenin salonu olarak planlanmış olan mekan yatakhane olarak düzenlenmişti. Salon dolaplarla ortadan ikiye bölünmüş, dolapların her iki tarafına üçer sıra ranza yerleştirilmişti. Her katta bu şekilde düzenlenmiş iki adet yatakhane, iki adet banyo, iki adet WC bulunuyordu. Çalışma salonları birinci kattaydı. Zemin katta ise müdüriyet odası ile küçük bir kantin bulunuyordu.

Daha okulun açılmasına birkaç hafta olduğu için yatakların çoğunun sahibi yoktu. Ben ışığa yakın ve havadar olur diye düşünerek hemen pencere kenarındaki bir ranzayı, kullanması kolay olur diye de ranzanın alt yatağını seçtim.

      Yurda kayıt işlemlerimiz de bitince çakıra binerek babacığımla birlikte güle söyleye Beypazarı'na döndük. Çok heyecanlıydım, yakında yepyeni bir hayat başlıyordu benim için..

                       





ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI