BİZ BİZE


Üç kız kardeş birlikte

Biraz da okul dışındaki yaşantımızdan bahsetmek istiyorum. Ablamın gelişi ve küçük kız kardeşimin doğumu ile birdenbire 3 çocuklu kocaman bir aile olmuştuk. Ortanca kız olmak bana göre çok keyifliydi. Artık benim bir ablam vardı, ona çok güveniyordum. Üstelik ben de ablaydım, sözümü dinleyen, bana güvenen bir kardeşim vardı. Herkes sokakta oynarken benim gözüm hep kardeşimin üzerindeydi, sanki ondan ben sorumluydum. Ve bu sorumluluk bana büyük bir zevk veriyordu ama birazdan ona yaptığımız şakaları okuduğunuzda bunu pek o kadar da iyi başaramadığımı göreceksiniz.

Biz üç kardeş genelde iyi anlaşan çocuklardık. Birlikte olduğumuzda, başka kimse olmasa bile, kendi kendimize yetebiliyorduk. Yalnız ablamla ben yaş olarak birbirimize daha yakın olduğumuzdan beraber olup küçük kardeşime bazen acımasız şakalar da yapıyorduk. Tabi bu şakaları yapabilmek için babamın adliyeye, annemin de ya bir komşuya ya da kabul gününe gittiği zamanları kollamamız gerekiyordu.


Ablam ve ben

Ablam arasıra ayağını ya da elini berjer koltuğa sıkıştırmış gibi yapardı. Kardeşim onu kurtarmak için var gücü ile uğraşır, tam çıkartacakken "ayy, bu koltuk beni çekiyor" deyip daha derine iter, ablasını bu durumda görüp te birşey yapamayan kardeşim çok üzülür, çaresizlik içinde çırpınır, ağlardı.

Hiç unutmuyorum, kardeşimin doğum gününden bir kaç gün önce mutfaktaki çöpleri küçük bir kutuya doldurmuş, kutuyu bir başka kutunun içine, sonra da daha büyük bir kutunun içine yerleştirmiş, yaldızlı defter kaplama kağıdıyla sarmış, saten kurdelayla bağlamış, gösterişli bir hediye paketi yapmıştık. Doğum gününe kadar, hergün "bak senin hediyen" diye paketi ona uzaktan gösteriyor, merak ettiriyor, sonra da paketi onun ulaşamayacağı bir yere saklıyorduk. Doğum günü geldiğinde sabah erkenden yanımıza geldi. İnanılmaz heyecanlıydı, nihayet hediyesini görebileceği için belki de o gece heyecandan uyuyamamıştı. Biraz nazlandıktan sonra paketi eline verdik, heyecanla açmaya başladı. Açtıkça bir kutu daha çıkıyor, sonra bir kutu daha, sonunda çöpler ortaya döküldü. Yüzünde beliren o ifadeyi, o hayal kırıklığını tarif etmeye sanırım kelimeler yetersiz kalır.

Ablamla hayalimizde bir gökler alemi yaratmıştık ve birlikte o aleme ait öyküler uyduruyor, kardeşime anlatıyorduk. Bir gün ablam kardeşime göstermeden üst kattaki mutfakta bulunan sete çıkmış, oradan da tavanarasına tırmanmıştı. Ben de kardeşime ablamın yok olduğunu, onu aramamız gerektiğini söyledim. Arama bahanesiyle kardeşimle birlikte üst kata çıktık ve ben daha önceden kararlaştırdığımız üzre yüksek sesle "Allah Allah, bu ablam da nereye gitti?" diye bağırmaya başladım.

Bunun üzerine ablam tavandaki bir delikten aşağıya ilmik şeklinde bir urgan sallandırdı ve sesini kalınlaştırarak "Ben Gökler Hakimi, ablanız elimde, onu serbest bırakmam için küçük kardeşinizin göğe yükselmesi gerekli, bu ipe tutunup gelsin yanımaaa" diye bağırdı. Bunu duyan canım kardeşim ablasını kurtarmak için kendini feda etmekte, göğe yükselmekte hiç tereddüt etmedi. Ben urgan kesmesin diye koltuk altlarına yastık yerleştiriyordum, ablam çekmeye çalışıyor ama gücü yetmediğinden bir yere kadar çekiyor, sonra ip elinden kayıyor, paldır küldür yere inen kardeşim can havliyle "amca ne olur ablama birşey yapma, geliyorum" diye bağırıyordu. Sonunda onun daha fazla üzülmesine dayanamadık, ablam "Gökler Hakimi kardeşin gelemediyse de çok gayret etti dedi ve beni affetti, aşağıya gönderdi" diyerek tavanarasından indi.

Özellikle bu son şakamızı her hatırladığımda tüylerim diken diken olur, akıllı ve büyümüş gibi görünseler de çocuklara küçük kardeşlerini emanet etmenin ne kadar tehlikeli birşey olduğunu düşünür ve bu tehlikeli oyun sonucunda kardeşim düşüp sakatlanmadığı için Allaha şükrederim.


Mahalle arkadaşlarımızla yaşgünü hatırası

Torunların evinde yaşadığımız müddet içinde kardeşlerimiz dışında en yakın arkadaşlarımız karşı komşumuz şoför Hidayet amca ile Gülsüm teyzenin yaşları bize yakın olan iki kızıydı. Ya biz onlara giderdik, ya da onlar bize gelirlerdi. Onlara gittiğimizde bizi nur yüzlü babaanneleri, Emine teyze, karşılar, eğer okuldan dönüyorsak "kızlar gelir hocadan, mis tütüyor bacadan" diye selamlardı. Genellikle bize ince dilinmiş ev ekmeği üzerine (siyah ekmek) torba yoğurdu (imansız yoğurt) ya da salça sürerek ikram eder ve biz bunu yemeye bayılırdık. Emine teyze bizi "kızdır nazdır, bin altın azdır" diye sever, arkasından da küçük erkek torunu Sait'e dönerek, "oğlandır, oktur, her evde yoktur" diye onun gönlünü alırdı. Çocuk aklımla, uzun süre "acaba hangisini daha değerli buluyor?" diye düşünür, karar veremezdim bir türlü. Bu soru bir süre kafamı kurcaladı, ta ki bir gün annemle babamın yaptığı bir konuşmaya tanık olana kadar.

Çarşıda her türlü alışverişimizi yaptığımız bir bakkalımız vardı, bakkal Nazmi amca. O gün babam alışveriş için dükkanına gittiğinde Nazmi amcanın yerinde babası oturuyormuş. Babam Nazmi amcanın nerede olduğunu sormuş. O da bir iş için İstanbul'a gittiğini söylemiş ve uzun uzun tek çocuğu olmanın ne kadar zor olduğundan yakınmış babama. Babam bunları anneme anlatınca annem "Tek çocuğu olur mu hiç onun, 3 tane de kızı var"dedi. Bunun üzerine babamın "Desene adam bize acıyor hiç çocuğu yok diye" dediğini ve ardından kocaman bir kahkaha attığını hatırlıyorum. Bu arada benim kafamdaki soru da böylece cevabını bulmuş oluyordu.

Bu düşüncenin sonucu olarak kız çocukları ilkokulu bitirdikten sonra genellikle ya akşamsanat kursuna, ya da kuran kursuna gönderiliyor, daha sonra da münasip bir kısmeti çıktığında evlendiriliyordu. Tabi bu arada kendileri ilkokulu zarzor bitirmiş ancak kızları okusun diye her türlü fedakarlığı yapan anne babaların sayısı da az değildi. Bugün bu kızlar hepsi okuyup eczacı, öğretmen, mimar, mühendis oldular ve çok önemli kuruluşlarda etkin görevlere geldiler.


Mutsuz bir anımda çekilmiş bir resim

Burada bir düşüncemi belirtmeden geçemeyeceğim. Ulus olarak yüce önderimiz Atatürk'e çok şey borçluyuz ancak biz kadınların borcu erkeklerinkinden çok daha fazla. Onun sayesindedir ki "soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen" Türk kadını bugün erkeklerle eşit haklara sahip bir birey haline gelmiş, seçme ve seçilme hakkına bir çok Avrupa ülkesindeki hemcinslerinden önce kavuşmuş, okuyarak ülke yönetiminde en etkin makamlarda görev alma şansını bulmuştur.

Ancak ne yazık ki bugün, Türk kadınının uğrunda mücadele vermeden elde ettiği bu kazanımların geri alınması da dahil olmak üzere, onu ve devrimlerini yok etme yönünde içerde ve dışarıda yoğun çabalar olduğunu görüyor ve buna çok üzülüyorum. Bu duruma, belki de farkında olmayarak, katkıda bulunan hemcinslerimizin olması bu üzüntümü daha da arttırıyor. Bunun için, bugün kadınlarımızın Atatürk'e, onun ilke ve devrimlerine herkesten ve her zamankinden daha fazla sahip çıkması gerektiğini altını çizerek belirtiyor, bu yüce insanı buradan birkez daha saygı, sevgi, rahmet ve minnetle anıyorum.

                       





ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI