BABAMIZLA


Babamla birlikte

Bu bölümde size biraz da babacığımdan ve o dönemde onunla birlikte yaşadığımız güzelliklerden bahsetmek istiyorum. Kız çocukları genelde babalarına hayrandırlar ya, ben de öylesine hayrandım ki babacığıma. Dünyanın en akıllı, en güzel konuşan, herşeyi düşünen ve bilen babasıydı o. Çok okur, okuduğunu özümser, konuştuğunda ağzından bal damlardı. Saçları biraz dökülmüş olsa da bana göre çok yakışıklıydı, onu Yul Brynner'a benzetirdim. Hele dökülen saçlarını kendisine hiç dert etmeyişi, bu konuda kendi kendisiyle dalga geçmeyi bilmesi ona olan hayranlığımı daha da arttırıyordu. Küçük yaşta babasını kaybetmiş, annesi ve kendinden birkaç yaş küçük kızkardeşiyle yaşamın dikenli yollarından geçerek gelmişti. Bu zorlu yürüyüş onun kendine olan güvenini pekiştirmiş, bir o kadar da hoşgörülü yapmıştı. Öylesine güvenirdim ki ona, o varken bize hiçbir kuldan kötülük gelemezdi.

Çocukları çok sever, çocukla çocuk olmayı bilirdi. Bu sevgisi sadece bize karşı değildi. Mahalledeki çocukların hakim amcası, sülaledeki çocukların Sıtkı eniştesiydi o. Kalenderdi, giyim kuşamına hiç önem vermez, bu konuda annemle sık sık tartışırlardı. Ama teknolojiye çok meraklıydı. Yeni bir cihaz ya da alet çıktıysa ilk alan o olur, yenisine gücü yetmiyorsa ikinci elini alırdı. Birgün anneme " üç kızım var, yarın el oğulları kızlarıma babanın evinde var mıydı desinler istemiyorum" dediğini duymuş ve şaşırmıştım.


Babamın bir gençlik resmi

Kısacası hayatı çocuklarına "iyi baba nasıl olunur"u göstermekle geçti benim babamın. Belki de kendi babasıyla yapmayı hayal ettiklerini gerçekleştirmeye çalıştı bizimle. Onunla arkadaş gibiydik ama üzerimizde büyük bir otoritesi vardı. Hepimiz önce Allah'tan, sonra ondan çekinirdik. Hiç beklenmedik bir anda onu kaybetmek hayatımın en büyük depremiydi benim için. Aramızdan ayrılalı tam 28 yıl oldu. Onu hatırladığımda hala ilk günkü acıyı içimde hissederim, gittikçe artan özlemim depreşir. Ama ardından da Allah'a şükrederim bana onun gibi bir baba verdiği için. Ruhu şad olsun..



Bir gün öğle tatilinde telaşla eve geldi. Bizi toplayıp "çocuklar bugün odamda masa üzerinde bir kağıt buldum, açıp baktığımda bir define haritası olduğunu gördüm. Hazırlanın, aramaya gidiyoruz" dedi. Hepimiz çok heyecanlandık ve hemen hazırlandık. Babamın bir Panther motosikleti vardı. Küçük kardeşimi önüne oturttu, ablamla ben de arkasına oturarak yola koyulduk. Yolda bulup bulamayacağımızı merak ediyor, bulursak definenin bizim olup olmayacağını babama soruyorduk. O da "bakalım bulalım önce, sonra kaymakamlığa bildiririz" diyordu. Bir süre anayoldan gittikten sonra bir patikaya saptık, biraz da öyle devam ettikten sonra nihayet açıklık bir yerde durduk. Motosikletten indiğimizde babam cebinden krokiyi çıkararak bir ağacı tesbit etti, o ağaçtan 50 adım kuzeye, sonra 30 adım doğuya yürüdük. Büyükçe bir kayanın önüne geldik. "İşte burasıymış, kayanın altında diyor" dedi babam.

Şimdi bu kayayı yerinden oynatmak gerekiyordu. hepimiz var gücümüzle kayayı itmeye başladık. Biraz sonra kaya yerinden oynadı. Biraz daha gayret edince kaya yer değiştirdi ve altında toprakla doldurulmuş bir çukur olduğunu gördük. Hep bir ağızdan "bulduk!" diye bağırıyor, bir yandan da toprağı ellerimizle eşeliyorduk. Toprağı eşeledikçe sarı sarı parlayan yuvarlak cisimler gelmeye başladı elimize. Tam altın bulduk diye sevinirken birden bunların o zamanlar çok rağbette olan yaldızlı para çikolatalardan olduğunu farkettik ve hep birlikte gülmeye başladık. Neşe içinde evimize dönerken bir yandan çikolataları yiyor, bir yandan da yaşadıklarımızı anneme nasıl anlatacağımızı planlıyorduk.


Baharda kırçiçekleriyle

Babam vakit buldukça bizi alıp kasabanın yakınındaki ağaçlık bir yere götürürdü. Büyükçe bir ağacın altına bir kilim serer, kendisi üzerine uzanır, biz de onun etrafına oturup zevkle anlattığı masalları dinlerdik. Babam ve arkadaşı Tahtabacak'ın maceraları. Tefrika halindeki bu masallarda arkadaşı Tahtabacak'ın doğaüstü bir gücü vardı. İkisi beraber zor durumdaki iyi insanları kötü insanların şerrinden korurlar, kötüler sonunda mutlaka cezalarını bulurdu.



Küçük kardeşime doğum günü hediyesi olarak bir sinema makinesi almıştı. Bu sesi olmayan, sadece görüntüsü olan bir film makinesiydi ama o gün için bir teknoloji harikasıydı bizim için. Makineyi alırken yanında iki tane de renkli film vermişlerdi . Birisi Kırmızı Şapkalı Küçük Kız, diğeri de Brummy, Bızdık Ayı. Amerikan bezinden bir de beyaz perde yaptırtmıştı, film oynattığımız zaman duvara asıp görüntüyü ona yansıtıyorduk. Zamanla filmlerin sessiz olması bize yetmemiş olacaktı ki bunları seslendirmeye karar verdik. Ablam kırmızı şapkalı küçük kız oldu, ben anneanne, babam da sesini değiştirerek hem kurdu hem de ormancıyı seslendiriyordu. Annemle küçük kardeşim de seyirci oluyorlardı. Önceleri canlı olarak yaptığımız bu seslendirmeyi daha sonra iki şeritli Tesla teybimize kaydettik. Bu bandı filmi oynatırken çalarak sonunda sinemamızı sesli sinema yapmayı başarmıştık.



Babam fotoğraf çekmeye çok meraklıydı. İkinci el bir Leica fotoğraf makinesi almıştı. O zamanlar daha renkli fotoğraf yoktu, resimler siyah beyaz çekiliyordu. Çektiği resimleri Foto Ürün'e bastırırdı hep. Ancak bir gün çektiği resimleri kendisi basmaya karar verdi. Biz de ona yardım edecektik. Odalardan birini karanlık oda yaptı. Filmin banyosunu yaptıktan sonra, kartların üstüne fotoğrafın negatifinı ışınlıyor (Yanlış hatırlamıyorsam bu alete agrandizör diyordu) belli bir sayıya kadar sayıyorduk, sonra o kartı bir pensle ucundan tutarak içinde sıvı olan bir küvetin içine sokuyorduk. Hafifçe salladıkça resim belirmeye başlıyor, görüntü tamam olduğunda o küvetten çıkartıp başka bir küvete sokuyor, daha sonra resmi masanın üzerine koyup kurumasını bekliyorduk. Resimler kuruduktan sonra kenarlarını tırtıklı olarak kesen bir de makine almıştı, onunla kesiyorduk.


Ablamla ben babamızla

Yazın babamla adliyeye giderek baktığı davaları dinlemek çok keyifli olurdu. Özellikle boşanma ve miras davaları bize ilginç geliyordu. Salonun bir köşesinde sessizce oturur, dikkatle dinlerdik.

Hatırladığım boşanma davalarından birinde adam karısından boşanmak istiyordu. Babam sebebini sorduğunda "çok pis hakim beyim, çaydanlıkta patates kaynatıyor" diye cevap vermiş, babam da adama "Bunun için karı boşanır mı oğlum" demiş sonra karısına dönüp "hadi kızım sen de bundan sonra patatesi tencerede kaynat, temiz olmaya da gayret et, bak bir daha şikayet gelirse seni boşarım" demiş göndermişti.

Bir başka boşanma davasında genç bir adam o askerdeyken kayınbiraderi ile ilişki kurduğu için karısını boşamak istiyordu. Babam kadına "Utanmadın mı kızım, böyle şey olur mu?" diye sorduğunda kadın "Ne yapayım hakim bey, göynüm (gönlüm) düştü" diye cevap vermişti.

Bir veraset davasında ise kadının daha önce iki eşi ölmüş, onlar için veraset davası açmış, davalarına babam bakmıştı. Bu kez üçüncü kocasının veraset davası için babamın karşısındaydı. Babam kadına "Yeni kocayı da mı yolladın "falanca" hanım, noluyor, niye ölüyor bunlar hep?" diye takıldığında kadın ciddi ciddi " Vallaha ben bişey yapmıyom Hakim Bey, benim şansıma aldığım heriflerin hepsinin canları diplerindeymiş besbelli" diye kendini savunmuştu. (tabi bu dip kelimesi yerine o başka bir kelime kullanmıştı)



Bazen de babam bize şiirler okurdu. Okuduğu şiirlerin bir bölümü kendisine, bazıları da yerli ve yabancı ünlü şairlere ait olurdu. Bu şiirleri duyarak okuduğundan onun şiir okumasından ben çok etkilenirdim. Benim bu halimi farketmiş olacak ki bir gün bana mavi kaplı küçük bir defter uzattı. Defteri açtığımda ilk sayfada kendi resmi ve altında:

"Canım kızım Semiramis, Sana sevdiğim şiirlerden bir demet yaptım. Şiiri sevmeyen hiçbirşeyi sevemez. Umarım beğenirsin. Baban " yazıyordu.

Seçtiği şiirleri benim için tek tek daktiloyla yazmış, çok güzel bir defter oluşturmuştu. Bu defterin benim şiiri sevmemde büyük etkisi oldu. Şairleri tanımaya onun seçtiği şiirlerle başladım. Bugün bana büyük bir keyif veren, sesimi duyurmamı sağlayan Şiir Parkı varsa, onu biraz da bu deftere borçluyum sanırım.

                       





ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI