ŞİİRİMİZİN ÖZGÜN NAKIŞÇISI: NESİMÎ

Nesimî Azeri Türkçesi ile şiir yazan Türk dünyasının en büyük şairlerindendir. Hayatı hakkında kaynaklarda birbirini tutmayan bilgiler vardır. 807/ 1404 yılında öldürülmüştür. Ölümü için başka tarihler de ileri sürülmüş ve kaynaklarda verilmişse de başta Fuad Köprülü ve Faruk Timurtaş olmak üzere bilim adamları daha çok bu veya buna yakın tarihleri kabul ederler.

Nesimî’nin hayatı menkıbelerle süslenmiştir. O da kendinden önceki bazı şairlerimiz gibidir. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Hayatında bilinen en açık durum Fazlullah-ı Hurufi’ye intisabıdır. Bu sebeple Hurufilik içinde yer alır. Hurufilik, anlamından da anlaşılacağı gibi harflere mensup, harflerle ilgili, harflere tabi bir yol demektir. Gerçekten bu yolda harfler önemli bir rol oynar.

Doğum yeri olarak Şamahı’yı gösterirler. Ancak bazı kaynaklar Şirazlı olduğunu zikrederler. Âşık Çelebi’ye göre Türkmen olup Diyarbakırlıdır. Latifî Bağdat civarında Nesim nahiyesinden olduğunu, bu sebeple Nesimî mahlasını kullandığını ileri sürerse de kaynaklarda böyle bir yerin bulunmadığı söylenir. Ancak onun Nesim şehrinde öldürüldüğünü zikreden eserler de vardır. Kimileri de Tebrizlidir demişlerdir.

Şemseddin Sami Kamusu’l-a’lâm adlı eserinde, Nesim nahiyesinden olduğunu ve I. Murat zamanında Anadolu’ya geldiğini yazar. Ancak eserinde Nesim nahiyesine yer vermez. Önceden Hüseynî mahlasını kullanırken, Fazlullah’a bağlandıktan sonra Nesimî’yi kullanmıştır. Nesimî anlam açısından değerlendirilecek olursa, gönülleri dirilten, seher vakti esen latif rüzgârla ilgili demektir. Nesim rüzgârının edebiyatımızda da ayrı bir önemi vardır.

Nesimî’nin şiirlerinde alabildiğine bir coşturuculuk vardır. O zapt edilemeyen bir ruhun çırpınışlarını dile getirmiş ve ilahi aşkı kendine göre anlatmıştır. Bu durum Nesimî’nin samimi bir şair olduğundan kaynaklanmaktadır. Gerçekten onun içi dışı bir hâli, şiirlerinde dile gelmiştir. Kendisine “zındık” diyenler olduğu gibi, onu “aşk yolunun korkusuz yiğidi, sevgiler Kâbe’sinin ileri gelen fedaisi, şaşırtıcı derecede âşık, nükteler söyleyen gönül adamı” şeklinde övenler de vardır.

Soy itibarıyla Hz. Peygamber’e dayandığı da söylenen Nesimî’nin asıl adı İmadüddin, bir başka iddiaya göre de Nesimüddin’dir. Belki de Nesimî mahlasını bu isme dayanarak kullanmıştır. Ancak divanındaki,

Arab nutku tutulmışdur dilinden
Seni kimdür diyen kim Türkmensin

beyti Âşık Çelebi’yi doğrular mahiyettedir.

Yani Nesimî bir Türkmen’dir. Devrinin medreselerinde okuyan Nesimî iyi bir tahsil gördüğü gibi, tarikat sırlarına da ulaşmıştır. Bu durum, şiirlerinde açıkça kendini gösterir.

Bir tarafı tekke diğer yanı medrese olan Nesimî’nin Fazlullah-ı Hurufi’ye halife olduktan sonra, onun inancını yaymaya çalıştığı görülür. Nesimî bunda çok ileri gider ve vardığı yerlerde huruf ilminden, Hurufilikten bahsedip, bunu şiirlerinde dile getiriyor ve bir noktada inancını açıklıyordu. Gerçekten o, insanın otuz iki harfli Fars alfabesine benzetilen yüzündeki hatlara dayanarak yüzün Tanrı’nın tecelli yeri, güzelliklerinin göründüğü yer olduğunu söylemekten geri kalmamıştır.

Nesimî’nin coşkun bir propaganda şairi olarak, pervasız bir şekilde, çekinmeden inandığı gibi söylemesi fitneye yol açmış, kendisinin zındıklıkla ithamına sebep olmuştur. Sonunda Halep’teki bilginler Nesimî’yi dinledikten sonra, oranın müftüsü tarafından öldürülmesi için karar verilmiştir. Derisi yüzülerek öldürülen Nesimî’nin acıklı durumu onun etrafında menkıbelerin ortaya çıkmasına yol açtığı gibi, edebiyat âleminde de geniş şekilde yer tutmuştur. Hatta Alevi ve Bektaşiler de onu kendilerinden saymışlardır. Belki bu durum, şairin şiirlerinde dört büyük halifeden yalnızca Hazreti Ali ve Âl-i abâ’ya yer vermesinden kaynaklanmıştır.

Onun için “zındık” diyenler ile Hak âşığı olarak hâline acıyanların iddialarına bakılırsa her iki tarafın da haklı olduğu söylenebilir. Çünkü Nesimî Divanı’nındaki şiirlerde bu iddialar için yeterli miktarda deliller vardır. Ancak sonradan Hurufilikten döndüğü ve tövbe ettiği de bazı dinî kaynaklarda zikredilmektedir. Hayatının menkıbelerle örülmesi, onun için çeşitli yerlerde mezarının bulunduğunu da beraberinde getirmiştir. Ancak şairin Halep’te öldüğü ve türbesinin de öldüğü yerde olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.

Nesimî, edebî durumunu tahsilinin genişliğine ve derinliğe borçludur. Ayrıca bir seyyah gibi gezip dolaşmasının da bunda büyük payı vardır. Doğup yaşadığı bölge onun zahirî ve bâtıni ilimlerde yetişmesinde başlıca amil olmuştur. Arapça ve Farsçayı en iyi şekilde bilen şair, Farsça şiirler söylemiş ve bu dilde bir divan bırakmıştır. Yazdığı Arapça gazelleri ve mülemmaları da vardır. Zaten kaynaklar onun Türkçe, Farsça ve Arapça olarak üç dilde şiirler yazdığını zikretmişlerdir.

Türk edebiyatı tarih içinden gelirken İran ve Arap edebiyatında karşılaştığı mazmunları Nesimî’nin yaşadığı yüzyılda kendisine mal etmeye başlamıştır. Nesimî ile birlikte Türk edebiyatında Kadı Burhaneddin ve Ahmedî gibi büyük şairlerin XIV. yüzyılın ikinci yarısında yetişmeleri, bu üç şairin mazmunları şiirlerinde kullanmaları onlara bir noktada kurucu şairler olarak bakmayı da gerektirir.

Her üç şairin yüksek ve üstün tahsil görmeleri, Arapça, sarf, nahiv, kelam, hadis, tefsir okumaları, Kur’an-ı Kerim’i ezberlemeleri, edebiyat bilgileri ile donanmaları, Fars ve Arap edebiyatlarını en iyi şekilde bilmeleri sanatlarında büyük rol oynamıştır. Bütün bu birikimler şiirlerine de aksetmiştir.

Nesimî de bu üç ayaktan biri olmuştur. Türk edebiyatına bakıldığı zaman on dördüncü yüzyılı bu üç şairin büyük divanları ile kapatırız. Bu yüzyılın başında Yunus Emre’nin divanı vardır. Ondan yüz elli sene öncesinde ise Ahmed Yesevî (ö.1166)’nin Divan-ı Hikmet’i görülür. İşte XIV. yüzyılı kapatırken Türk edebiyatında beş divanın varlığı ile karşılaşırız. Ancak Türk edebiyatı XI. yüzyıldan başlayarak XV. yüzyıla gelinceye kadar, mesnevi alanında bir hayli eser vermiştir.

İşte bu edebî eserlerle birlikte kendinden önceki İran ve Arap şairlerinin şiirlerini okuyarak kendini en iyi şekilde yetiştiren Nesimî’nin sanat hayatını iki devrede ele almak gerekir.

Hayatının ilk devresinde Hakk’ı, aşkı, doğru yolu arayan bir Nesimî vardır. Bu dönemde Celâleddin-i Rumî’nin tesirindedir. Mevlevi tarikatı bu ilginin çekim merkezi olduğundan şair bu yolun zikir ve ayinlerine yabancı kalmamıştır. Bu devre ait şiirleri bir divançe teşkil edecek kadardır. Mesnevi, gazel ve tuyuğları vardır.

Şairin dili daha açılmamıştır. Duygu ve fikirleri anlatımda zorlanan şair, coşkulu sanat denen lirizme de ulaşamamıştır. Hatta onun bu ilk şiirlerinde Seyyid, Nesimî, Hüseynî, Seyyid Nesimî ve Naîmî gibi farklı farklı isimler kullanması, mahlas seçmede bile bir kararsızlığın içinde bulunduğunu göstermektedir. Bunun yanında Nesimî’nin didaktik, yani öğretici yönünün ağır bastığı bu şiirlerde aruz kusurlarına rastlamak da mümkündür.

Nesimî’nin şiirlerinin asıl coşkulu devri Fazlullah ile buluştuktan sonradır. Bâtınî inançlara ilgisiz kalmayan şair, Prof. Dr. Hüseyin Ayan’ın deyimi ile Fazlullah’ın keşfettiği yedi hattı, her türlü dinî tekâlifi anlamak ve ilahi sırları çözmek için yeterli buldu. Böylece Kur’an-ı Kerim’in sırlarının çözüldüğüne inandı. Fazlullah’ın dervişleri arasına katıldığı gibi onun büyük bir propagandacısı da oldu. Hayatının bu ikinci döneminde dili açıldı, coşkulu şiirler söylemeye başladı.

Deryâ-yı muhît cûşa geldi
Kevn ile mekân hurûşa geldi

Sırr-ı ezel oldı âşikâre
Ârif nice eylesün müdâre

beyitlerinde görüldüğü gibi kendisini her tarafı kuşatan bir deniz ve arif olarak görmeye başladı. Kur’an ve hadisleri kaynak olarak kullanan şair, bunlardan kendi yoluna uygun olanları seçerek şiirlerine yerleştirmesinin yanında “Hazreti Muhammet’e hitap eden ayetleri, Hazreti Ali için kullanmakta bir sakınca görmedi”. Bu açıdan bakılınca Nesimî’de her şeyin karışık olduğu görülür. Bir bakarsınız itikadı anlatır, bir de bakarsınız o yoldan ayrılmıştır. Şiirlerinde ayet ve hadisleri en uyumlu şekilde kullanan Nesimî daha ziyade On İki İmam için şiirler yazmıştır.

Yâ resûl-i fahr-ı âlem seyyid ü zât-ı sıfât
Bahr-ı zâtın gevherisin hem sıfâtın ayn-ı zât

diye başlayıp

Yâ şefîü’l-müznibîn rahm it Nesîmî’ye bugün
Hâsılum iki cihânda sensin iy pâkîze zât

şeklinde biten naatı bir tarafa bırakılırsa, şair diğer naatlarında Hazreti Muhammet’ten sonra, Hazreti Ali’yi ve diğer imamları konu edinir. Her ne şekilde yazarsa yazsın Nesimî’nin yazdığı naatlar sekizi bulur.

Ben ol sâdık-ı kavlem ki Ca‘feri’yem
Hakîkat söylerem Hak Hayderî’yem

matlalı gazelinde Caferi, Hayderi, Kamberi olduğunu söyler. Bu sebeple hiçbir şiirinde ilk üç halifeye yer vermemiştir. Bunun yanında, bildiğimiz kadarıyla, Nesimî edebiyatımızda ilk elifname yazan şair olarak görülür. Yazdığı elifnameler elif harfinden başlayarak ye harfine, daha sonra ise, Arap alfabesine eklenen çim, je ve gef harflerine de yer verir. Bazen bu sıra tersinden yani ye harfinden başlayarak elife ulaşır. Onun divanında yer alan bu şekildeki şiirlerin sayısı üçü bulur. Ayrıca tevhit türünde bir de gazeli vardır.

Nesimî sanat görüşü olan bir şairdir. Türkçeyi asrında, Yunus’tan sonra en iyi kullanan şair odur. O da Yusuf Has Hacip, Âşık Paşa ve Yunus Emre gibi söze büyük önem verir.

Elfâz-ı Nesîmî gör ne cândur
Deryâ-yı muhît ü dürr ü kândur

Doğru söz doğrar hasûdun bagrını şol maniden
Münkire oldı Nesîmî’nün kelâmı Zülfikar

Ey Nesîmî dem-i Îsâ didiler nutkuna kim
Nefesi urdı lebün kim dem-i Îsâ didiler

Hem fakîrem hem dilenci hem melik hem pâdişâh
Hem benem üstâd-ı sanat hem anun müzdûruyam

Kulagı ârifün tâ kim Nesîmî’nün sözin dinler
Sadef teg incüler dolar dür agzı şâhvârından

Biz ki mani gülşeninde söylerüz bülbül kimi
Hasret iltür lutf ile tûtî-i şekkerhâ bizüz

Gerçi sözi Nesîmî’nün kâbil-i kimyâ imiş
Taş u hadîde sanma kim harc ide kimyâsını

Vafunda Nesîmî sözini arşa çıkardı
Hansı sadefün incüsi buldı bu nizâmı

beyitlerinde sanatı ile övünür.

Buldı Nesîmî vaslı vaslı Nesîmî buldı
Üstün kamudan sözü sözü kamudan üstün

derken kendine olan güvenini de açığa vurur.

Söyledi zâhir Nesîmî şirini virdüm cevâb
Rûh-ı Kudsî kıldı tahsîn didi kim Selmân budur

beytinde de kendini Selmân’a benzetir. Gerçekten Nesîmî söze büyük önem verir.

Dinlegil bu sözi ki cândur söz
Âlem-i âsumân u mekândur söz

diye başlayan ve

Ârif anlar sözüni muhtasar it
İy Nesîmî çü bî-kerândur söz

beyti ile biten şiiri onun bu konuya olan düşkünlüğünü gösterir.

Divan şairlerimizin hemen hepsinin yolu Nesimî’de birleşir. Bu açıdan bakılınca Ahmedî, Bakî ve Nedîm’e, Ahmet Paşa ve Fatih (Avnî)’ten Kanunî (Muhibbî)’ye kadar pek çok şairin ondan etkilendiğini görmek mümkündür. O edebiyatımızda görülen ilk müstezat, ilk terci-i bent yazan şairimizdir.

Kısaca söylemek gerekirse Nesimî Divanı eski şiirimizin kaynadığı ve bütün şairlerin yollarının bu kaynağa uğradığı yerdir. O aruzu en iyi şekilde kullanmıştır. Bunun yanında iktibaslara çok yer vermiştir. Ayet ve hadisleri şiirine katmada çok ileri giden bir şairdir. Bu açıdan baktığımızda Türk edebiyatına Nesimî gibi başka bir şairin bulunmadığını görürüz. Tasavvufa şiirlerinde en geniş şekilde yer veren şairlerimizin önde gelenlerindendir. Bu yönü ile de tesiri başta Erzurumlu İbrahim Hakkı olmak üzere hemen her şairde görülür. Mansur’u dilinden düşürmez ve ona şiirlerinde büyük yer verir.

Kullandığı Türkçe Azeri dairesine ait olmakla çağdaşı Kadı Burhaneddin’den daha canlı bir dil kullanır. Kadı arkaik kelimeler kullanmakla, daha çok kendi asrında kalırken, Nesimî, belki de bir propaganda şairi olması sebebiyle hep geleceğe açılır ve canlı, hep taze kalacak olan bir dil kullanır ve şiirini kanatlandırır. Bu bakımdan Yunus’a benzer.

Onun şiiri canlılığını biraz da tekrarlardan ve Türkçenin ahenginden alır. Bu tekrarlarda eski şiirimizin ve Kutadgu Bilig devrinin ön kafiyesini de kullanır.Türkçenin sırrına vâkıf bir şairdir. Çeşitli şiirlerindeki bazı beyitleri değişik şekillerde tekrar gibi karşımıza çıkar.

Kısacası Nesimî dili çok iyi kullanan ve kullanmanın sırrına ermiş bir şairdir. Üslubunun canlılığını borçlu olduğu bir başka husus da sorulu cevaplı bir dil kullanmasıdır.

Âlemde bu gün sencileyin yâr kimün var
Ger var dir isen yoh dimezen var kimün var

(Bugün dünyada senin gibi sevgili kimin vardır.
Eğer yok dersen ben kimin böyle sevgilisi var demem.)


Dildâr-ı mecâzî bulınur âşıka yüz min
Benzer sana tahkîkda dildâr kimün var

(Âşık için yüz binlerce geçici sevgili bulunur; ancak
gerçekte sana benzer hakiki sevgili kimin vardır.)


Mahbûb kamer yüzlü boyı sidre yüküşdür
Yanagları gül la‘l-i şeker-bâr kimün var

(Sevgili ay yüzlü boyu Sidre’ye ulaşmıştır; işte yanakları
gül gül; dudağından şeker saçılan bir sevgili kimde vardır.)

Şiirin devamı için tıklayınız..

Onda divan edebiyatının mazmunları çağlar. Sonra eski Türk zevkinden gelen musammat, yani şiirini dörtlük şekline gelebilecek beyitlerle yazması da dikkat çeker. Ayrıca hitaplar, karşısındaki okuyucuya seslenmekle de şiirinde bir başka canlılığa açılır. Hatta bu yönü ile daha baskın ve daha tesirli görünür. Bir de sorular üslubuna ayrı bir canlılık getirir. Bunlarda felsefi taraf ağır basar.

Tabii, Nesimî’nin şiirlerinde samimi olması ve gönlünden koptuğu şekilde söylemesi de onun diğer bir özelliğidir. Onda “takiyye” yoktur ve söylediklerinde samimidir. Bu açıdan bakınca ölüme bile çekinmeden gittiğini belirtmek gerekir.

Şiirlerinde insan yüzüne, insan vücuduna büyük yer verir. İnsan vücudunu benzettiği çeşitli unsurlarla dile getirir.

Yüzün âyine-i ehl-i safâdur
Sözün bu derdüme her dem devâdur

(Ey sevgili senin yüzün gönül sahiplerinin aynası;
sözün de her an derdime ilaçtır.)


Boyun Tûbâ la’lündür âb-ı Kevser
Şarâb-ı la’lünüz nutk-ı Hudâdur

(Boyun Tuba ağacı, dudağın Kevser şarabıdır; gerçekte
dudağımızdan dökülen şarap, sözler de Hakk’ın sözleridir.)


Kaşun mihrâbına aynun imâmı
Kılur men secdeyi bi’llâh revâdur

(Senin mihraba benzeyen kaşına aynen imam gibi
ben de secde ederim; bu benim için küfür değildir.)

Şiirin devamı için tıklayınız..

Bu durumu sayılarla harflerle birleştirir ve öyle anlatır. Pek çok gazeli bunu konu edinir. Bazı şiirleri resim gibidir. Ayrıca mevsimlere, günlere ve sayılara şiirlerinde geniş yer verir.

Gerçi Nesîmî’nin sözü vahy-i Hudâ-durur
Sen niçün olmayasın tâlib-i kalb-i en-temût
92/30, 271/316

beyitlerinde Mevlâna gibi konuşur.

Sakla gönlüm gözgüsin sındurma firkat taşıla
Sındugından sonra bir daha bütün olmaz zücac
96/32

beyti ile Yunus’a uğrayarak, ondan daha da ötedeki edebiyatımızın başında bulunan büyük şair Yusuf Has Hacip’ten ses getirir. Şiirinde kendisi vardır. Yine,

Gönül virme cihâna bî-vefâdur
Gönül virmek ana ayn-ı hatâdur
175/161

matlaı ile başlayan gazeli, başta Yusuf Has Hacip olmak üzere Yunus ve Âşık Paşa’ya, oradan da Nesimî’ye gelir. Sonra da bütün divan şairlerinde yankılanır.

Nûşîn lebinün lâli lâli lebinün nûşîn
Şirin severem cândan cândan severem şîrin

(Dudağının şarabı tatlı, şarabı dudağına
tat vermiş; seni candan tatlı severim, seni sevmek tatlıdır.)


Hûrî yüzüni görse görse yüzüni hûrî
Miskîn olur ol hayrân hayrân olur ol miskîn

(Cennet kızı yüzünü görse eğer cennet kızları yüzünü görse
o kendini kaybeder, onlar kaybeder kendilerini.)


Tûbâ kadini yârün yârün kadini Tûbâ
Temkîn kıluram cândan cândan kıluram temkîn

(Sevgilinin Tuba boyu, Tuba boyu sevgilinin ben onu
candan temkin kılarım, ona canımda yer veririm.)

Şiirin devamı için tıklayınız..

gazeli baştan başa akis sanatına ayrılmıştır. Bu sanata edebiyatımızda ilk yer veren şair, bildiğimiz kadarı ile yine Nesimî olmuştur. Bazen, Yunus’tan aldığı bir sesle, Kaygusuz Abdal’ı andıran ve onu müjdeleyen, hatta şathiyeye kaçan bir tarafı da görülür.

Küllî mekânı gevherin gevhere kân mısın nesin
Uşbu sıfât u hüsn ile cân u cihân mısın nesin
291/348

beyti ile başlayan gazeli buna örnek teşkil eder.

Şehr-i cân içinde cânlar cânıyam
Kâinâtun tahtınun sultânıyam
60/9

beytindeki “cânlar cânı” tabiri ile Yunus’tan ve Âşık Paşa’dan ses getirir. Yine bazı beyitleri Âşık Paşa’ya dayanır.

Ne mushafdur ki hüsnün âyetini
Beyân itdükçe akl andan düşer dûr
118/71-6

beyti ile bütün şiirlerinin özüne gitmek mümkündür.

Gülistânun güli sensüz dikendür
Bana sensüz gül ü bustan gerekmez
182/174-5

derken, bir yanına Yunus’u, diğer tarafına da XVII. yüzyılın şuh şairlerinden Bahâî’yi alır ve ikisi arasında gider gelir. Yine bazı şiirleri hem Yunus hem de Şeyyad Hamza’ya dayanır. Bu bir noktada ölümün yakınlığını ve hayatı ele alması demektir.

Bî vefâsına dünyede umma vefâ
Çünki yokdur dünye yokdan ne safâ

Rencine düşüp anun çekme cefâ
Bulmaz anun hastası hergiz şifâ

tuyuğu da kendi inanç ve düşüncesini verir. Aslında Hayyam’dan gelen ve öğüde açılan bu söyleyiş bütün şairlerimizi etkilemiştir. Bu durum yine Hayyam’dan tercüme olan,

Böyledir âdet-i dîrînesi zâlim dehrin
Düşme fersûde hayâtın gamına derdine dil

Çekme âlâmını beyhûde yere varla yokun
Olan oldu olacaksa daha meydânda değil

söyleyişine bağlıdır. Burada şunu da belirtmek gerekir. Türk edebiyatında tuyuğ denince Kadı Burhaneddin akla gelir, ancak Nesimî’nin tuyuğlarını da gözden uzak tutmamak gerekir. Bu açıdan bakılınca her iki şairin aynı zaman dilimi içinde tuyuğlar yazdıklarını ve bunda ortak olduklarını bilmemiz lazımdır.

Nesimî kendi devrinin şairlerinden olan Ahmedî ile aynı söyleyişte şiirler de yazar; ayrıca bu şiir Ahmed-i Dâî’ye kadar gelir. Böylece nazire edebiyatımızın başlarında yer alır.

Zülfüni anber-feşân itmek dilersin itmegil
Gâret-i dîn kasd-ı cân itmek dilersin itmegil

(Zülfünü koku saçan anber etmek istiyorsun, bununla
dinimi yağmalamak, canımı da almak istiyorsun, yapma, bundan vazgeç.)


Burka’ı tarh eylemişsin iy kamer yüzünden uş
Fitne-i âhir zamân itmek dilersin itmegil

(Ey ay yüzlü sevgili yüzündeki örtüyü kaldırıp atmak
istemişsin; böyle yapmakla ahir zaman fitnesini
ortaya çıkarmak, âşıkları peşine
düşürmek istiyorsun yapma, etme.)


Hatt u hâlin matıku’t-tayr oldı ehl-i vahdete
Kuş dilin sen tercemân itmek dilersin itmegil

(Senin yüzündeki tüyler ve benler birlik içinde olanlara kuş dilinden söylüyor, sen kuş dilini
anlatmak istiyorsun, bunu yapma.)

Şiirin devamı için tıklayınız..

gazeli buna örnektir.

Ancak o edebiyatımızda Fatih (Avnî), Kanunî (Muhibbî), Fuzûlî, Bakî ve Nedim’den Erzurumlu İbrahim Hakkı’ya kadar hemen her şairimizde tesirini gösterir.

Şairin,

Nigârum dilberüm yârüm enîsüm mûnisüm cânum
Refîküm hem-demüm ömrüm revânum derde dermânum

(Sevgilim, gönül verdiğim, yârim, dostum, can ciğer arkadaşım,
canım, yoldaşım, sohbet arkadaşım, ömrüm,
birlikte koşulup gittiğim, derdimin dermanı!)


Şehüm mâhum dil-ârâmum hayâtum dirligüm rûhum
Penâhum maksadum meylüm medârum fikrüm ü cânum

(Padişahım, ayım, gönlümün eğlencesi, hayatım,
ruhum, sığınağım, maksadım, etrafında dönüp
dolaştığım, canım, düşüncemde devamlı olan,
hiç aklımdan gitmeyen sevdiğim.)


Kamer-çehrem perî-ruhum zarîfüm şûhum u şengüm
Semen-bûyum gül-endâmum zehî serv-i gülistânum

(Ay yüzlüm, peri yüzlüm, ince, kırılgan gönül alan
sevgilim, yasemin kokulum, gül boylum, gül bahçesinin servisi.)

Şiirin devamı için tıklayınız..

gazeline, XVI. yüzyılın hükümdar şairi Kanunî aşağıdaki şekilde tanzir ederek ses vermiştir.

Abîrüm anberüm varum habîbüm mâh-ı tâbânum
Enîsüm mahremüm varum güzeller içre sultânum

Hayâtum hâsılum ömrüm şerâb-ı Kevserüm adnüm
Bahârum behcetüm rûzum nigârum verd-i handânum

Çenârum seyr ü seyrânum gülistân ile bustânum
Merâmum dürr-i şehvârum sabâhum sohbetüm şâmum

Şiirin devamı için tıklayınız..

Burada şunu da belirtelim. Türk edebiyatını sadece kendi devri ile değil, bütün zamanları ile yaşadığı asra kadar inceden inceye gözlemleyen ve bütün şairleri süzgeçten geçirircesine birbirleri ile karşılaştıran Türk edebiyatının büyük şairi, Türkçe âşığı Ali Şir Nevaî de Nesimî’yi bütün şairlerden üstün görür. Pehlevân Muhammed ile yaptığı bir konuşmada şunları söyler:

“Suâlimiz budur ki şiirleri zaman sahifesine geçen Türkçe şiir yazan şairlerden hangisi daha iyi söylemektedir ve senin inancın hangisinin daha iyi söylediği yolundadır ve sen hangisini beğenirsin: Fakir, hepsi iyi söylemektedirler ve ben beğenirim, dedim.

Pehlivan, sen yapmacık davranışı ve alçak gönüllülüğü bırak, doğruyu söyle. Hepsini beğeniyorum, dersin; fakat hepsi bir değildir, elbette aralarında fark var.

Fakir, şu an değeri herkesçe kabul edilen ve bu kavmin üstadı ve söz meliki olan Mevlâna Lutfî, dedim.

Dedi ki niçin Seyyid Nesîmî’yi demedin:

Fakir, hatıra gelmedi, dedim. Seyyid Nesîmî’nin nazmı başka tarzdadır ve zâhir ehli şairleri gibi nazm söylememektedir. Ve bu suâlde senin maksadın mecaz yolunda söz söyleyen halk idi. Pehlivan itiraz ederek kinâyeli dedi Seyyid Nesîmî varken, Lutfî nazmını beğenmen uygun düşer mi: ve durum şu ki Seyyid Nesîmî’nin nazmı zâhiren mecaz tarafına, mâna yönünden hakikat tarafına yönelir.”

Görüldüğü gibi Nevaî bu durumu, şiir ve şairler üzerine karşılıklı konuşmalarında etrafındakilerle paylaşır ve samimiyetle dile getirir. O, Nesimî’nin arif bir şair olduğunu, söylediği gibi zahir ehlince anlaşılamadığından sonunun kötü bir şekilde bittiğine de hayıflanır.

Bütün bunları da göz önüne alırsak, Türk edebiyatında ortaya çıkan şairler, hangi bölgede yetişirlerse yetişsinler bu yoldan geçerken muhakkak Nesimî’nin bulunduğu yerden geçerler ve hepsinin kapısı onun eğleştiği saraya açılır.

PROF. DR. KEMAL YAVUZ
Dil ve Edebiyat Dergisi,
Ağustos 2011, Sayı: 32, S. 26-35

ŞİİRLERİ



ARKADAŞINIZA GÖNDERMEK İÇİN:





ŞİİR PARKI